16 Aralık 2011 Cuma

Nemesis'in İntikamı (bölüm 1)



Bir zamanlar Melena adında bir krallık varmış. Büyük, güçlü
 ve bereketli bir krallıkmış.
  Hikâyemizin geçtiği zamanlarda bu krallığın başındaki kral hümanizm ve barıştan yana, büyük kalbi sevgi ve neşe dolu bir adammış. Karısı ve küçük kızına her şeyden daha fazla değer verirmiş.
  Kralın karısı 7 cihana nam salmış bir güzellik ve zekâya sahip olan Athena imiş. Babasının sevecenliğini ve neşesini, annesinin zekâ ve güzelliğini aldığını daha şimdiden belli eden küçük prensese kral ve kraliçe Feronia adını vermişler.
  Bu kızın gelişi bütün ülkeye bir sevinç ve huzur getirmiş. Toprak kazanmak için hiçbir savaş girişinde bulunmamış kral. Çünkü savaş olsun, insanlar ölsün istemiyormuş. Elbette bütün krallar böyle düşünmüyormuş. Onun bereketli ve güzel topraklarına göz diken, kıskanan bir çok kral varmış. Birçok kez topraklarına saldırılmış Melana’nın. Fakat askerleri o kadar güçlüymüş ki ellerinden toprak almak, onları alt etmek mümkün olmamış. Risus da her zaman barış sağlamanın topraklarını ve gücünü kaybetmeden kimseyi öldürmemenin bir yolunu bulmayı başarmış.
  Nemesis isimli bir kraliçe bu duruma çok sinir oluyormuş. Melena’nın aksine kendi ülkesi Furtina’ya daimi olarak karamsarlık, şiddet ve kötülük hâkimmiş. Kadınların dışarı çıkmayı bırakın pencerelerini aralamaları bile mümkün değilmiş. Kocalarının, oğullarının, kardeşlerinin canları için her zaman endişe duyuyor ama onların iyi olmaları için ellerinden bir şey gelmiyormuş. Erkeklerin ise her zaman tetikte olmaları gerekiyormuş. Çünkü her an biri karşısına çıkıp ona saldırabilir veya karısına tecavüz edebilir, çocuğunu kaçırabilir yada öldürebilirmiş. İşte Furtina’nın sokakları böyle şeylerle doluymuş. Bu yüzden Nemesis Melena’yı çok kıskanırmış ve yakıp yıkma arzusuyla dolarmış. Artık bu duygularını bastıramayacağına karar verdiğinde balkan konuşması yapmış.
 “Sahip olduğunuz şiddet ve öfke duygularınızı birbirinize yansıtmak zorunda değilsiniz. Hepinizin bir birine ihtiyacı var bu topraklar içerisinde, dahası bu öfkeniz ve şiddetinizle bu toprakları genişletebilir daha bereketli topraklara daha düzenli hayatlara sahip olabilirsiniz. Birlikte büyüdüğünüz komşularınıza kötülük etmektense hiç tanımadığınız sizi bu topraklara sıkıştırıp dışarıda gülüp eğlenen yabancılara, düşmanlarınıza kusun öfkenizi. Onlar size bakıp alay ediyorlar. Oysa böyle bir şeye hakları yok. Neden siz onlarla alay etmeyesiniz? Yakın zamanda Melena topraklarına bir savaş düzenleyelim isterim ama bunu sizin düzenli ve sıkı bir şekilde çalıştığınızı ve hazır olduğunuzu gördüğümde yapacağım. Bu savaşı kazanırsak hepinize güvenli, sağlıklı, mutlu ve zengin hayatlar vaat ediyorum Furtina halkı.”
 Halk duyduklarından etkilenmiş. Kraliçe oldukça ikna edici konuşabiliyormuş fakat halkın dikkatini ne zenginlik ne de huzur dolu hayat fikri çekmiş. Onlar, şiddeti birbirlerine yansıtmaktansa başkalarına yansıtmaları gerektiği konusunda kraliçeyi haklı buldukları için etkilenmişler ve çalışmaya başlamışlar.

Nemesis savaş kararını gizli tutmuş. Risus’u hazırlıksız yakalamak istiyormuş bu yüzden savaşı ilan etmemiş. Ancak Nemesis’in bilmediği bir şey varmış. Melena topraklarının hatırı sayılır bir kısmını ormanlar kaplıyormuş hatta Melena da başlayıp onun sınırlarını aşan bir orman varmış: Primrose. Risus sınırları içerisindeki ormanlarda yaşayan hayvanlara öyle güzel davranırmış ki hayvanlar Risus’u efendileri olarak kabul ederlermiş. Kuşlar Risus için gizli casusluk yaparlar, her yaz yaptıkları göçlerde neler görüp duyduklarını anlatırlarmış. Yine böyle yolculuklarından birindelermiş. Furtina’nın üzerinden uçarlarken yapılan savaş hazırlıklarını görmüşler ve Melena’ya geri dönüp gördüklerini anlatmışlar. Risus savaş hazırlıklarının kime karşı yapıldığını bilmiyormuş bu yüzden ilk başta kendi üzerine alınıp endişelenmemiş. Yinede içine bir şüphe düşmüş ve yüzü asılmış. Durumu anında fark eden Athena sorunun ne olduğunu sormuş. Risus durumu anlatmış. Athena biraz düşünmüş ve Nemesis’i Melena’ya krallığa davet etmesini istemiş. Risus karşı çıkmış.
“Bu kadın muhtemelen bize savaş açmak için hazırlık yapıyor. Onu bu sarayda ağırlamak intihardan başka bir şey olmaz. Seni, Feronia’yı yada bu topraklarda yaşayan hiç kimseyi tehlikeye atamam ben.”
“Nemesis’i buraya bir anlaşmayla çağırabiliriz Risus. Buraya geldiği andan gittiği ana kadar bilerek ve isteyerek bir karıncayı bile incitmeyeceğine Zeus ve Artemis’in önünde yemin etmek şartıyla buraya gelebileceğini söyleyen bir mektup yollarız, kabul ederse gelir ki bu savaş hazırlıklarını bizim için yaptığının büyük bir işareti olur. Eğer etmezse -ki bence edecek- şimdiki durumdan daha kötü olmaz. Haksız mıyım ?”
Risus cevap vermemiş. Karısının önerilerine her zaman saygı göstermiş ve birçok krallıkla barışı onun fikirleri sayesinde sağladığını biliyormuş ama bu sefer istediği şey krala çok saçma geliyormuş. Neden böyle bir öneride bulunduğuna anlam veremiyormuş. “Planladığı bir şey var, orası kesin.” Diye düşünüyormuş kral “Ama bu teklifi yapsam bile Nemesis bunu kabul etmez ki..”
 Kral bütün gece düşünmüş ve sabah teklifi yapmaya karar vermiş. Nemesis’in kabul etmeyeceğinden eminmiş bu yüzden hem teklifi yapmış karısını kırmamış olacak hem de halkını ve ailesini korumuş olacakmış. Bir güvercinle birlikte akşamüzeri mektubu göndermiş. Athena “gelecek, göreceksin.” Diyormuş Feronia ile oynarken kendinden oldukça emin bir ses tonuyla. Feronia annesine gülerken babasına bakıp onunda neşelenmesini ister gibi annesinin yaptıklarını ona yapıyormuş, gözünü elleriyle kapatıp açıyor dilini çıkarıyormuş. Ona bakarken neşelenmemek mümkün değilmiş.
 Athena haklıymış. Nemesis’in ilk baştaki siniri geçince kabul etmeye karar vermiş. Orada kaldığı sürece krallığı iyice araştıracak surları yıkmanın ve krallığı elde etmenin daha kolay yollarını bulabileceğini ve bu davetin onun açısından çok iyi olacağını düşünüyormuş. Teklifi kabul ettiğine dair kısa bir cevap yazıp güvercinle geri göndermiş. Risus notu aldığında küçük dilini yutacakmış neredeyse, ret edeceğinden o kadar eminmiş ki. Oysa Nemesis’in 2 gün sonra geleceğine dair yazdığı cevabı elindeymiş işte. Bu kötü kalpli kadın onların huzurunu, mutluluğunu çalacakmış. Kral bunu hissedebiliyormuş. Bunları düşünürken Athena’nın cevabı onun düşüncelerinin ufak bir kanıtı gibiymiş.
“Bu daveti o kadar çok düşünüyorsun ki eski neşeni kaybetmek üzeresin.” Ve devam etmiş “ Feronia bile bunu farkında ve bu onu etkiliyor. O da yüzünü asmaya başladı. Bu durum ise beni gittikçe daha çok korkutmaya başladı. Sen Melena’nın kralısın. Sana güçlü olmak yaraşır, tedirgin olan Nemesis olsun. Sen değil.”
 Bu sözler kralı kendine getirmiş. Athena haklıydı, eğer o güçsüz olursa halkı da zayıflardı ve yakın zamanda olacağını artık çok iyi bildiği savaşta en son ihtiyacı olan şey zayıflıktı.
 Hazırlıklar ve düzenlemelerle 2 gün hızla gelip geçmiş. Bu hızdan etkilenen 2 kişi varmış; biri Feronia, o bu durumdan çok memnunmuş etraftaki hız onu heyecanlandırıyormuş. Diğeri de Risus’muş, o da heyecanlıymış ama ne kadar belli etmemeye çalışsa da korkusunu yenemiyormuş. En nihayetinde Nemesis krallığa gelmiş. Etraftaki çiçeklerin renkliliğinden tutun halkın yüzünden eksilmeyen gülücüklere kadar her şey Nemesis’in sinirlerini alt üst ediyormuş. Zeus ve Artemis’in önünde yemin etmemiş olsa bir dakika durmaz ateşe verirmiş buraları ama onların gazabı Nemesis’e geri adım attırıyormuş. 1 hafta boyunca bilinçli bir şekilde yaprak koparması bile yasakmış. Bu onu daha da kızdırıyormuş. Fakat şuanda yüzüne 40 yıllık dostunu ziyarete gidiyor ifadesi oturtmuş bir şekilde, tanrıçalara yaraşırcasına oturuyormuş kömür karası atının üzerinde. 2 hizmetkârı da iki yanında aynı asaletle duruyorlarmış.
 Krallığa giriş yapmasıyla halk onu kendi kraliçeleriymiş gibi karşılamış. Şarkılar söyleyip ona çiçekler atıyorlarmış. Nemesis onları böyle görünce çok şaşırmış. “Neden bu kadar mutlular ki?” diye düşünmüş “benim halkımda olmayıp da bunlarda olan ne?” Cevabını ise Risus ve Athena’yı gördüğünde vermiş. Onların neşesi halka yansıyordu, özellikle Risus nam saldığı kadar neşeli bir adamdı ve Athena da söylendiği kadar güzeldi hatta belki de daha güzel. Bu gerçekler ise onu kıskandırmaktan başka bir işe yaramamış. O halkına güler yüz ve sevgi gösteren bir hükümdar değildi. Onlar da sevecen bir halk değildi.
  Nemesis için en dayanılmaz olan Feronia’nın varlığı, mutluluğu, güzelliği, sevecenliği ve sevilmesiymiş. Kısaca Feronia Nemesis’i delirtmiş. Çünkü Nemesis kendini bildi bileli bir kızı olsun istermiş. Tıpkı Feronia gibi kocaman gözleri, kalın dudakları, parlak beyaz bir teni olan, zeki ve mutlu bir kızı olsun istemiş. Onun gibi karamsar, sıkıntılı, kötülük düşünen, intikam almayı seven biri olmasın istermiş. Hep böyle bir evladın hayalini kurarmış. Ama buna hiçbir zaman sahip olamamış. Çünkü kimseyi sevemiyormuş. Nemesis güzel ve istenen bir kadınmış ama krallığını, hâkimiyetini kimseyle paylaşmaya dayanamıyormuş. Hayatında bir kez âşık olmuş. Ancak adam halktan biriymiş. Furtina’nın gelenekleri ve kurallarına göre ya adamla evlenip onunla beraber halktan biri gibi yaşayacakmış ya da tek başına krallığını yönetmeye devam edecekmiş. Çünkü hükmetme hakkı eğer kadındaysa halktan biriyle evlendikten sonra hükmetmeye devam edemezmiş, soylu biriyle de evlenirse hâkimiyet kadın için kısıtlanır daha çok adama geçermiş. Nemesis kraliçeliği seçmiş. Bu tercihi Nemesis’in âşığını ağır gelmiş. Onu asla affedememiş. Bir vakit geçmiş ve adam dayanamayıp sarayın önünde kendini ateşe vermiş. Nemesis’in gözleri önünde adam kül olmuş. Günlerce ağlamış, camları tuza döndürmüş, kendisini odaya kapatmış, kimseyle konuşmamış ve bayılana kadar ne yemek yemiş ne su içmiş. En kötüsü ise intikam alacak kendisinden başka kimse yokmuş, o bunu biliyormuş ve bu da onu daha fazla tüketiyormuş. Resmen daha çok üzüyormuş. Fakat halk başıboş bırakmaya gelmiyormuş. Hemen işleri asmaya, olay çıkarmaya başlıyorlarmış. Bu yüzden Nemesis kendini toparlayıp uğruna aşkından vazgeçtiği halkının başına geçmiş. Ama bir daha kimse onu gülerken görememiş, birine sevgi dolu bir şey söylerken duymamış. Oysa Nemesis’te insanın kalbini yumuşatan bir gülümseme varmış eskiden.
  Nemesis tam anlamıyla “kusursuz” ağırlanmış. Her istediği yapılıyor, rahat etmesi için bütün çalışanlar seferber oluyorlarmış. Hakkını vermek gerekir Nemesis de oldukça saygılı, terbiyeli, olması gerektiği gibi bir misafirmiş. Yemek saatinde sofrada olur muhabbetlerine katılıyormuş. Ama tüm çabalara rağmen kimse onu güldürememiş. Bir tebessümden ileriye gitmiyormuş yüzündeki ifade, onu da yalnızca nezaketten yapıyormuş. Sabahları 2 hizmetkârıyla birlikte krallığı gezip insanlarla tanışıyormuş, Athena’yla sohbet ediyormuş. İlk günden sonra Feronia’yı hiç görmemiş. Ondan bilerek uzak duruyormuş. Gelip geçen zamanda içinde biriktirip çoğalttığı nefret ve kıskançlığın onu gördüğünde patlak verip daha fazla saklanmayacak hale gelmesinden korkuyormuş.
  Ziyaretin son gecesinde odasının camından sarayın pembe, sarı, mor, beyaz renkte çiçeklerin Melena’nın sembolünü olan を şeklini oluşturdukları bahçeyi izlerken arkasında bir ses duymuş. Dönüp bakmış ki Feronia tarağının sapıyla sandalyeye vurarak düzenli bir ses çıkarmaya çalışıyormuş. Bunu yaparken yüzündeki ifade o kadar tatlıymış ki başta Nemesis’i gülümsetmiş. Fakat sonra kızın odasına nasıl girdiği ve tarağı vurmaya devam ederse kırılacağı düşünceleri onu kendine getirmiş. Hışımla gidip tarağı kızın elinden çekmiş. Bunu istemsiz de olsa biraz sert yapmış ve Feronia’nın yüz üstü düşmesine sebep olmuş. Belki de hayatında ilk defa Feronia ağlamış. Hem de hıçkıra hıçkıra ağlamış. Nemesis paniklemiş
 Ne yapacağını bilemiyormuş. Hemen Feronia’yı yerden kaldırıp yatağın üzerine oturtmuş ve susmasını söylemiş. İstemeden yaptığını üzgün olduğunu söylemiş ve tarağı eline vermiş. Feronia tarağı eline almış ama ağlamaya devam etmiş. Dur durak bilmeden bağıra çağıra ağlamış. Sonunda Athena sesini duymuş ve Risus ile birlikte koşarak içeri girmişler. Feronia annesinin kucağına koşmuş, babasına bakınca susmuş. Risus Feronia’yı ağlattığını görünce çok sinirlenmiş, Nemesis’i saraydan kovmuş. Verdiği sözü tutmamakla suçlayıp Zeus ve Artemis’e şikâyet edeceğini söyleyip odadan çıkmış. Athena bir süre kalıp Nemesis’e bakmış ve ona güvendiği için pişman olduğunu söyleyip o da odayı terk etmiş. Nemesis ilk başta Feronia’yı ağlattığı ve o kadar kaba davrandığı için pişman olup üzülmüş neden sonra içi dolup taşan bir öfkeyle dolmuş. Gecenin bir yarısı eşyalarını toplatıp yola çıkmış. Yarın Zeus ve Artemis’in karşısına çıkıp cezalandırılacağına eminmiş. Arabası saray çıkarken durup saraya bakmış, Feronia’nın sesini duyabiliyormuş. İçinden “Yine görüşeceğiz Feronia” demiş.
  Ertesi sabah Zeus ve Artemis’in huzuruna çıkmış. Artemis “Bize bir söz vermiştin Nemesis fakat sözünü tutmadın. Bu başına gelecekleri, alacağın cezayı kabulleneceğini gösterir. Yine de kendini savunacak bir sözün var mı?” demiş. Nemesis’in cevabı “Krallığım, hayatım, doğmamış çocuklarım ve vefat etmiş babamın ruhu üzerine yemin ederim o bebeği isteyerek incitmedim.” Olmuş.
“Biz yerin, göğün ve hepinizin baş tanrı ve tanrıçası olarak bütün duygu, düşünce ve isteklerinizin bilgisindeyiz. Orada bir an bile plan yapmaktan geri durmadın. O bebekten nefret ettin, oradaki mutluluk seni yiyip bitirdi. Bir an önce ülkene dönüp savaş açmanın isteğiyle kavruldun. Bunlar doğru, değil mi Nemesis ?” Nemesis cevap vermemiş. Tüm bunlar doğruymuş ama yine de Feronia’yı isteyerek incitmemiş, bu da bir gerçekmiş. Ama bunu söylemeyi gereksiz görmüş. Zeus ve Artemis onu cezalandıracakmış, bundan kaçışı yokmuş ve o da bunu gayet iyi biliyormuş. Ve nitekim haklıymış da.
Artemis’in sözleri bunu ilan etmiş “Furtina’yı elinden alıyoruz Nemesis, artık halktan ve sıradan birisi olarak yaşayacaksın. Üstelik Risus’un halkında yaşayacaksın. Davranışlarına göre cezanın süresi belirlenecek. Kötülük yaptıkça cezanın süresini arttırırsın ama ne kadar çabuk alışır, durumu kabullenirsen ne kadar çabuk Melena vatandaşı olursan işte o zaman halkını ve hükümdarlığını sana geri veririz.”  demiş. “Bu odadan çıktığında yeni hayatın başlayacak Nemesis.”
  Nemesis kapıya doğru yürümüş, cezayı bu kadar ağır beklemediği için bir anda şok etkisi yaratmış. Kalbi deli gibi atıyormuş. Duyduklarını idrak etmeye çalışıyor ama yapamıyormuş. Melena da yaşama fikri ona korkunç geliyormuş. Aklına bir şey takılınca durmuş ve arkasına dönmüş. Artemis’e doğrudan bakılamıyormuş, başı önünde “Bir sorum var.”  demiş.
“Sor.”  demiş Artemis’in ipek sesi.
“Risus benim Furtina kraliçesi Nemesis olduğumu bilecek mi?”
“Hayır, sen Melena halkının yeni komşusu Nemesissin. Kimse geçmişini ve Furtina’yı bilmeyecek. Ölen teyzenin evine yeni taşınan yiğensin. Tüm aileni kaybettiğin için tek başına yaşıyorsun.” Diye cevaplamış Zeus’un otoriter sesi.
“Anladım” der gibi başını sallamış Nemesis. Ve yeni hayatına başlamak üzere korku,nefret,heyecan ve intikam ateşiyle yavaşça ilerlemiş..

28 Ekim 2011 Cuma

88. LAİK YILIMIZ KUTLU OLSUN



“Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti’ne nasip oldu. Mustafa Kemâl’in dehasına karşı elden ne gelirdi.”

İngiltere başkanının zan altındayken bile yükselttiği ATATÜRK 'ün, kurduğu ve emanet ettiği biz gençlerin kıymetini bilemediğimiz Cumhuriyetimizin 88. yılını kutlarım.

27 Eylül 2011 Salı

Tarafımdan Duyurulur

  Gerçekten en çok sevdiklerimizmiş canımızı en çok acıtanlar. Tuncel Abimizde haklıymış; herkes öldürürmüş sevdiğini, ama bir bakışıyla ama bir sözüyle..
 
  Dengesizlik günümüz insanlarının en büyük problemi, özel hayatlarındaki sorunları, iş hayatlarındaki stres, baskı insanların kişiliklerine agresif ve haliyle dengesizlik katıyor. Fakat eğer dengesizliğinizin yanında bencillik, ağzından çıkanı kulağı duymamazlık ve kibir de varsa, işte o zaman çekilmez bir insan oluyorsunuz, huysuz,aksi,lanet...
 En yakınınızdaki insanlar, sizi seven, size her koşulda destek çıkan insanları incitmekle kalmayıp onları sinirlendirebiliyorsunuz, kibiriniz ve "ben bilirim" havanızla onları aşağılayabiliyorsunuz, elbette farkında olmadan. Ama kibiriniz hala ne yaptığınızı fark etmenize engel oluyor ve kendinizi suçlamak yerine karşınızdaki, sizi seven ama sadece yaptığınız yanlışlar yüzünden size kızgın olan kişiyle bağlantınızı kesmeyi tercih ediyorsunuz.
  Yaptığınız bu işin bir mantığı yok. Siz kendinize yeni bir dünya kurduğunuzda, oradakileri herkesin ve her şeyin üzerinde tutmaya hakkınız yok. O dünyanız var olmadan önceki hayatınızda size değer veren insanları bir kalemde silip atamazsınız. Orada mutlu olabilirsiniz ama ailenizi,arkadaşlarınızı,işinizi,gücünüzü ondan değersiz kılamazsınız. Orası yıllardır hayalinizi kurduğunuz yer olsa bile..

  Şayet böyle davranırsanız, o dünyayı kaybetmeniz işten bile değildir. Tarafımdan duyurulur..

21 Ağustos 2011 Pazar

Letters to Juliet

Ben beğendim.
İlk baktığınız zaman "böyle şeyler de anca filmlerde olur zaten" denecek olaylar yaşandığı doğru, fakat yönetmen
 
Gary Winick ve senaristler Jose Rivera ve Tim Sullivan hikayeyi kameralara öyle güzel aktarmışlar ki "olur abi, neden olmasın?" dedirtiyor.

Konu "AŞK"sa hiçbir zaman geç değildir..

Oyunculuklar da iyi, fena değil.
Fakat en çok sahnelerin kalitesini beğendim, gerçekten emek verilmiş. Görüntüler insana masal okurken hayal ettiğimiz o mekanları hatırlatıp, o hayalleri izliyormuş hissi uyandırıyordu.

Güzel hikaye, güzel film. İzlenilebilir.

16 Ağustos 2011 Salı

Aklınızı Başınıza Toplamanızı Arz Ederim

Twitter'da "Yılmaz Güney" gündem olmuş. Dedim 'hayırdır inşallah! başımıza taş yağacak galiba' girdim baktım: Meğerse Yılmaz Güney'in yasaklı filmlerinden yasağı kaldırmışlar. Girin bakın, Yılmaz Güney'e bölücü diyen mi arasın, kürt diyen mi ararsın, efendime söyliyim AKP ile bağdaştırıp "sol kesimi ele almaya çalışıyor, yemeyin" diyeni mi ararsın. Bilen bilmeyen herkes bir şeyler sallamış adamın arkasından. Bir çoğu (ben de dahil olmak üzere) sevinmiş tabii yasağın kaldırılmasına. Fakat şunu unutuyoruz: başkaldırı,isyan konusunu bugün işlese bir yönetmen filminde bugün yine aynı muameleyi görür Yılmaz Güneyle. Ee ne diye seviniyoruz o zaman?
Buradan sevgili sazan arkadaşlara ve zerre saymadığım yetkili kişilere söyleniyorum:
Yıllar sonra mezarlarını getirteceğinize, yasaklarını kaldırtacağınıza zamanında rahat bıraksaymışınız ya şu insanları demektense, benim sizlere tavsiyem günümüz sanatçılarını 
rahat bırakın, önünü kesmeyin ya da eserleri daha yayınlanmadan toplattırmayın, o bize yeter. Zaten elimizde artık "sanatçı" diye nitelendirebileceğimiz adam akıllı insan pek yok. Ki ben onlara da kızmıyorum. Adam tarihe şöyle bir dönüp bakıyor 'ulan ben niye çizeyim,yazayım,çekeyim,söyleyeyim?! baksana zamanında neler yapmışlar adamlara!' diyor ve işte günümüz sanatçıları ortaya çıkıyor.Bkz: bir efsanenin ağzına sıçan Serdar Ortaç,Bkz: şarkıcı mı köşe yazarı mı belli olmayan ikisinde de berbat olan Ayşe Özyılmazel ve bu omurgasızları takip eden asalaklaşmış insan topluluğu haline gelen Türkiye.Ha lafı gelmişken,Ne oldu? Hani Nazım Hikmet'in mezarı getirtiliyordu? Ereğli'de bir köy mezarlığına gömülüp başına bir çınar ağacı dikiliyordu? 
Hani bu vasiyetin altında eziliyordun Ertuğrul Günay? Biz o kadar sevenini ayağa kaldırdın heveslendirdin konuşturdun ettin.. Sonra niye yatırdınız oğlum bu projeyi lan! İyi olan her sözünüz lafta kalıyor , kötü olanları icra etmekten sıra onlara gelmiyor haliyle.

Çok sevgili şerefsiz devlet büyüklerim; aklınızı başınıza toplayın, 50 yıl sonra pişman olup tükürdüğünüzü yalıyacağınıza şimdi şu sanatçıları rahat bırakın. Sonradan kıçınızı başınızı oynatıp biz gençleri kendinize bulaştırmayın.
Saygılar
.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Sinema Dergisi Nereye Gidiyor Böyle ?

  Bu Sinema Dergisinin ciddi problemleri var bence. Yazar ve editörlerinin toplu terapiye başvurmasını tavsiye ediyorum!
  Son yazımda yaptıkları yorum hatasını aktarmıştım zaten sizlere, bu ay ise şöyle bir problem keşfettim ki; bu insanlar eleştiri yapmayı beğenmemek hatta filmi aşağılayıp küçümsemek olarak algılamışlar. Benim de son filmle hatta serinin tamamıyla ilgili beğenmediğim,eksik veya abartılı bulduğum noktaları var, bunları hala üzerinde çalıştığım yazımı yayınladığımda siz de göreceksiniz, fakat ben eleştirimi yaparken asla ve asla küçümsemedim.Çünkü onlar öyle düşünebilirler fakat Harry Potter Serisi küçümsenecek bir seri değildir.
  Neyse konu sadece bu derginin Harry Potter'a karşı aldığı tavır ve yaptığı yorumlar değil. Bu ay "gerçekten artık bu dergiyi okumaya devam eder miyim, bilmiyorum." dedirtecek bir şey oldu:
"2000'lerin BALONLARI" başlığında topladıkları , kendilerince 30 Fiyasko ve ^= abartılmış film seçmişler. 30 fiyasko film olarak nitelendirdikleri filmler arasında; Aşka Dair Herşey (It's All About Love),Temel İçgüdü (Basic Instinct), Cennetimden Bakarken (The Lovely Bones), Star Wars: Klon Savaşları, Büyük İskender (Alexander), Pearl Harbor ve Turist (The Tourist) yer almış.
bitmedi..
30 abartılmış film listesinde ise; Şeytan Marka Giyer (The Devil Wears Prada), Güneşi Gördüm, Not Defteri (The Notebook), Benjamin Buttom'un Tuhaf Hikayesi (
The Curious Case Of Benjamin Button), Issız Adam, Babil (Babel), Juno, Testere Serisi (Saw 1..7), Başlangıç (Inception), Alacakaranlık Serisi (The Twilight Saga) ve Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filmleri var.
devam edelim..
Bir de "Haksızlık Etmeyelim" diye bir liste yapmışlar, bu listede de yeterince ilgi göremeyenleri seçmişler;
Charlie'nin Melekleri (Charlie's Angels), Çılgın Kardeşler (The Brothers Grimm), Kana Susadım (The Jennifer's Body) ve Sucker Punch..

  Allah aşkına neyin kafası bu ?!
Bir kere Başlangıç filmi herkes tarafından çok konuşulmuş ve beğenilmiş bir film olup 8 dalda Oscar'a aday olup bunların 4'ünü kazanmıştır.Akıl Oyunları'nın ve Not Defteri'nin bu listede olmasındaki anlamsızlığa hiç girmiyorum bile.
Cennetimden Bakarken, mükemmel bir film olmaya bilir fakat sırf konusu için bile fiyasko denmeyi hak etmiyor !
Peki ya Pearl Harbor'ın fiyasko listesinde olmasına ne demeli ?! Bu film de 4 dalda Oscar'a layık görülüp 1'ini kazanmış bir filmdir. Bu kadar rezalet filmler çekilirken neden belli bir başarıya ve hayran kitlesine sahip olan bu filmleri seçmişler, anlaması çok güç.
"Haksızlık Etmeyeliméolarak seçtikleri ise resmen okkalı bir küfür gibi!
Hem Charlie'nin Melekleri herkes tarafından izlenmiş ve beğenilmiş bir filmdir. daha ne bekliyorsunuz ki? Oscar kazanmasını filan mı? Zaten 12 ödül ve 26 adaylık görmüş bir film.
Zaten Sucker Punch'ın bu listede olması sinirden gözlerimi doldurdu! Film tam bir felaket yahu. Sene olmuş 2011 bunlar hala 90'lardaki efekt kalitesizliğinde kalmışlar. oyuncuların yeteneksizliği ve kıyafetlerin rezaleti üzerine tuzu biberi olmuş yani. Ben mortal kombatın oyun demosunu izliyormuş hissine kapılmıştım. Filmde beğendiğim tek şey ilk sahnede kullanılan "sweet dreams" cuk oturmuş. müziklerini beğenmiştim filmin.

Tekrar söylüyorum: Sinema Dergisi yazar ve editörlerine tedavi olmalarını öneriyorum !

Zaten sayının felaket olacağı kapaktan belliydi, James Franco'dan hiç haz etmem. Bana birini hatırlatıyor
.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

-Kerem Sanatel- in Eleştirisine Tepki !

   Sinema Dergisi Temmuz 2011 sayısında yer alan Harry Potter Serisine Görkemli Veda başlıklı yazının 2. bölümü olan Bugünden Bakınca isimli başlıkta 7 eleştirmenin yayınlanan 7 filme farklı açılardan baktıkları eleştirilerin arasında Harry Potter ve Ateş Kadehi'ne yapılan eleştiride yakaladığım bir yanlışlığı sizinle de paylaşmak isterim .

* Voldemort'un ona "düşman kanı" verebilecek Potter'dan başka düşmanı yok muydu?
  Voldemort bir cisme büründükten hemen sonra mezarlıkta bu sorunun cevabını veriyor:
Lily oğlu Harry için hayatını feda ettiğinde ona "sevgi koruması" büyüsü yapmıştı. Voldemort artık ona dokunamayacaktı. Bu eski bir sihirdi. O gece büyü geri teptiği için  Voldemort yarı insan yarı ruh olarak dolandı. Bu kalkanı kırabilmesi için ya Harry'nin reşit olmasını bekleyecek yada böyle bir yola baş vuracaktı. Artık damarlarında Harry'nin kanı aktığına göre artık ona dokunabilecekti.

* Barty Junior, Voldemort'un yardakçısıysa Potter'ın kolayca ölebileceği oyunlarda ona niye yardım etti?
  Bunun nedeni 1. filmden beri film ya da kitap her yerde geçiyor.Harry James Potter'ı öldüren kişi Lord Voldemort olmak zorundadır. Bunun sebebi ise 5. filme bakarak rahatlıkla anlaşılabilir: "biri yaşarken diğeri hayatını devam ettiremez" .
Ayrıca Voldemort'un tekrar bir bedene kavuşabilmesi için Harry'nin mezarlığa kadar gelebilmesi gerekiyordu.

* Kupa kazanan kişiyi Hogwarts'a geri döndürecek şekilde sihirlendiyse, nasıl oldu sa Potter'ı önce mezarlığa götürdü?
  Bu ise gerçekten çok saçma bir soru !
  "Anahtar" sözcüğünün ne olduğunu filmin başında Quiddich Turnuvasına giderken öğrenmiştik zaten. Moddy'nin Hogwarts'a döndürmek üzere sihirlediği düşünülen Kupa bir anahtardı. Moddy görünümündeki Barty Junior anahtarı önce mezarlığa sonra okula götürmesi için sihirledi. Hatta diğer oyunculara; Fleur ve Victor'a sihir yaptı ki Kupa'ya ilk değen kişi Harry olsun. Çünkü o gece Harry Voldemort'u yeniden diriltmek için o mezarlığa gitmesi gerekiyordu.

  Orada cevabının olmadığı tek soru:"Dumbledore turnuvayı iptal ettirecek güce sahipken neden Harry'i tehlikeye attı?" fakat bunun kesin cevabı kitapta da verilmemiştir zaten.

  Şimdi bir kez daha bakıyorum da adam akıllı filmi izlemiş olan hiç kimse sormaz bu soruları. Ayıp ayıp gerçekten ayıp!  Kimi eleştirmenlerin, ekşi sözlük yazarlarının bazıları gibi, sadece eleştirmek için eleştiriyorlar, mantık çerçevesine ve söylediklerinin doğruluğuna bakmazsızın yazıyorlar. Bu hiç hoş değil! Profesyonel bir dergide yazan profesyonel yazarlar bile bu tür hatalar yapıyorsa ne diyebilirim ki !!
Lütfen daha dikkatli olun !

Harry Potter Ön Yazı

  Hayatımın 7 senesini adadığım muhteşem serinin son filmi bugün vizyona girdi. 10 senelik serüven bugün sona erdi.
  Her satırını, her repliğini, her sahnesini ezbere bildiğim Harry Potter serisine veda etme vaktim ne yazık ki geldi. Kolay değil çocukluğumun ve genç kızlığımın  her anında vardı ve karakterlerin çocukluklarına ve gençliklerinin her anına ama beyazperdeden ama magazinden tanıklık ettim. Onlar hayranlarıyla, hayranları da onlarla büyüdüler. Onlarla gülüp onlarla ağladık onlarla heycanlanıp onlarla korktuk.
  Herşey karşılıklıyken onlar tek başlarına zengin oldular o ayrı :) .
  Öyle bir dünyaya  sürüklediler ki bizi hiç birimiz ayrılıp gerçeğe dönmek istemedik. Sihir vardı, güç vardı, dostluk ve düşmanlık vardı, sevgi ve nefret vardı, macera ve değişik yaratıklarda sevimlilik ve çirkinlik vardı. Asla çözülmeyecek veya sonu gelmeyecekmiş gibi görünen gizemler vardı. Satırlar akıp giderken gözümüzde canlanan o eşsiz hayal gücünün verdiği doyumsuz zevk vardı.
Şimdi 10 seneden sonra veda vakti geldiğinde ayrılmak o kadar kolay değil. Onlar İngilterede dünyanın her yerindeki hayranlarının kalplerine kurdukları tahttan habersiz akıttıkları gözyaşlarıyla biz ne kadar kabullenmek istemesekte bu ayrılığın gerçekliğini kanıtladılar.

  Harry Potter karakterini canlandıran Daniel Radcliffe hastalandığında bütün hayranları hep birlikte üzüldük. Farklı dinlerdeki ve dillerdeki milyonlarca insan onun için dua ettik, gözyaşı döktük, acil şifalar diledik.
Hastalığı o kadar ilerlediki sonraki filmleri çekemeyeceği söylendi. İşte tam burda Daniel'i sevmeyip işin film kısmıyla ilgilenenler devreye girip dua eden, iyileşmesini isteyen kişilerin sayısını arttırdık.
Ve en nihayetinde hastalığa karşı olan savaşını o ve biz hayranları kazandık.
  Hermione Granger karakterindeki Emma Watson her geçen sene artan güzelliğine  ve oyunculuk yeteneğine tanık olduk. Özel hayatıyla çok güzel bir şekilde gelmese de gündeme güzelliği ve oyunculuğuyla gönlümüzde edindiği yerini sarsamadı. Burberry'nin yüzü olan Emma Watson bir yandan moda da bir yandan da aldığı rollerle başarılı işlere imza atıyor.
  Ron Weasley karakterindeki Rupert Grint'e  gelecek olursak o da aynı şekilde oyunculuğunda emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor. Umarım yakın gelecekte adını daha sık duyarz.

  Burada bırakıyorum çünkü bu seri benim hayatımın en önemli bir parçası bu yüzden yazdığımın çok derinlemesine olmasını ve çok başarılı ve mükemmel olmasını istiyorum. O yüzden bütün seri filmlerini içeren bir yazıyla geri döneceğim !

1 Temmuz 2011 Cuma

Özgürlüğün Resmi

  Uçakla seyahat ederken penceresini kapatanları anlamıyorum. Görüntü öyle muhteşem ki..
Bulutların üzerindeyken özgürlüğün resmini görebiliyorsunuz adeta. Hele parçalı bulutluysa onların o salak dağılışı "tek tek basaraktan" türküsünü söyleyerek birinden diğerine atlayıp zıplama isteği uyandırıyor bende :).
  Şaka bir yana aşağıdan asla ulaşılamayacak, içi duvarla örülü, geçit vermeyecekmiş gibi görünen o bulutların içinden geçebilmenin verdiği zevk paha biçilemez.. Bulutların gölgesini görebilmek..

 

  "Yağmur damlacıkları çok şanslı çünkü burada özgürce uçabiliyorlar, fakat nereye düşerlerse düşsünler yok oluyorlar.. "

  Güneşin arkadan vurmasıyla Ankara'nın üzerine kabus gibi çökseler de içlerinde "farklı bir dünya" barındırdığını söylemek istercesine parlaklık yayıyorlar ve Ankara'ya yaklaştıkça sıklaşıp çoğalan ve büyüyen bulutlar gökyüzünde beyaz renkli bir deniz gibi görünüyor. O an 'hayatta en çok istediğin şey nedir' diye sorsalar 'o denizde yüzmek' cevabını verirdim.

  "İnişe geçiyoruz, kemerlerinizi bağlayın" anonsuyla birlikte yavaştan veda vakti geliyor. Ama ben veda etmek istemiyorum.
  Uçak alçalıp bulutların içinden geçtiğinde hava dışında hiçbir şey olmadığını görmenin verdiği hayal kırıklığı ve hayal gücüme verdiği zarar kimsenin umurundaymış gibi görünmüyordu. Neyse ki orada düzensiz yerleşmenin verdiği görüntü çirkinliğine söverek kafamı meşgul ettim. Bunları düşünürken bir ev gördüm; iki dağın arasındaydı, hani derler ya 'adam öldürsen kimsenin ruhu duymaz' aynen öyleydi. Etrafında kilometrelerce hiçlik olan bu evde kimin oturduğunu , neden oturduğunu merak ettim. Cevabınıysa asla öğrenemeyeceğim..
  Uçak seyahatiyle aramda isimsiz bir bağ olduğunu anladım: Bu benim uçak yolculuğuyla ilk tecrübem değildi, nerdeyse her yıl 2-3 kez uçağa binerim. Fakat her seferinde muhteşem bir yolculuk oluyor ve hiç bitmesin istiyorum. Ön koltukta oturan çocukta benimle aynı duyguları paylaşıyor olacak ki bunu dile getirdi "İniyor muyuuuz? İnmeyelim daha yaaa. Gitmeyelim hava alanınaa !" şeklinde.


Ona tüm kalbimle destek verdim. Uçakla günlerce seyahat edebilirdim. Araba sürmek veya yolculuk yapmak benim için bir tutkuydu fakat uçak başkaydı; içinde adrenalini barındırması bir tarafa mükemmel ötesi bir manzara da sunuyordu. Ayrıca uçsuz bucaksız bir hayal dünyasına da sürüklüyordu. Benim ilham kaynağımdı bir yerde..
  Tarlaların boyu genişledikçe, uzadıkça, binaların boyutları normale döndü ve biraz erken alçalmıştık , bir kamyonun önünden bütün heybetimizle geçtik. Adamın korkusunu görebildim.
 Uçağın kanatları açıldı;


10,  9,  8...Çitlerin üzerinden geçtik;

6,  5,  4 ...Tekerlekler açıldı;

3,  2,  1...
Yerdeyiz.
Pilot yere mükemmel bir yumuşaklıkla indi, alkışlanasıydı.   Eskiden annemleyken bundan daha kötü inişlerde bile pilot alkışlanırdı, sanırım artık kimse pilotları tebrik etme gereği duymuyor..


Her neyse artık Ankara Hava Limanındayım, artık sevdamız bitti. Ben daha vedalaşmaya hazır değilim, nefret ettiğim aptal kız çocukları gibi ağlayıp "bir daha binelim bir daha!" diye bağırmak istiyorum. Neyse ki annemin beni dövmesine ya da babama söylemekle tehdit etmesine gerek kalmadan 1 saat sonra tekrar bineceğimi bildiğim için kendimi susturuyorum..

20 Haziran 2011 Pazartesi

Periler Ölürken Özür Diler

ayak izlerimizde ölüp erimiş peri pelerinleri 
periler birbirine düşman, pelerinler birbirine küs 

sana bugün bir mektup yazdım: 
en çok 
en çok güllerden sözettim 
saydam renksiz tutkun güllerden 
bir gül olmak korkusundan 
nedenini hatırlamıyorum ama ağladım 
canım.. diye başlanılıp 
vazgeçilmiş bir sürü kağıt parçası 
ruh parçası aşk parçası 
buğu parçası haz parçası 
vazgeçilmiş bir sürü kağıt parçası 

her ihtimale karşı kurşun kalemle yazılan 
ayrılık mektuplarını rüzgar taşır 

sen istesen gitmezsin 
sen bunu bana yapmazsın 

karanlığı aralık bıraksan içeri peri sızar 
sıkı sıkı kapatsan karanlığı 
ben sende mahsur kalırım 
sevişirken yüzüne düşen gözyaşım 
eski bir falcının sihirli küresi 
tut onu avucunda ve bana oku geleceğimi: 
serüvenler, aradenizler, araırmaklar, aşkla alevlenmiş günler mi? 

aşktan bana her mevsim çığ düşüyor 
kalbim aşka değil düştüğünde dar bir kuyuya düşüyor 
içinde kuğuların öpüştüğü bilinen öldürülmüş bir kuyuya 

yüzün yüzüme şüphesiz bir gizli geçitti 
saramadığım, beni saramayan bir fırtınaydı dizginsiz yüreğin gitti! 
bütün çocukluğumu çalıp da gitti. 

bir film adıydı değil mi: herkes seni seviyorum der 
ve bir şarkı adıydı: bütün aşklar tatlı başlar 
şimdi uzaklardasın gönül hicran' 
hayati önemi olan acılardan başka ne kattık 
birbirimizin yüreğine sevgilim: gittiğn bu gidiş bence ölümden beter' 
' 

yok bir köyde ilkkorku öğretmeniydim 
dersimin adı: ölmek istemiyorum psikolojisi 
öğrencilerimse: toprak ve ruh, eylem ve sis- 
o kızlar arka sokaklarda yakışıklı oğlanların çirkin kalplerine yakın 
kendimle savaşır ve ağlardım 

bir gazeteydim:köşe yazarım: hüzün, magazin ekim: umut 

sen istesen gitmezsin 
sen bana bunu yapmazsın 

kalbim göremeyeceğin bir köşede açan 
bir yenik çiçek 
kalbin ulu orta açmış bir sahte çiçek 

oysa söz vermiştik 
seninle birlikte kurtaracaktık rapunzeli 
ilk biz uyandıracaktık uyuyan güzeli ilk biz 
kırmızı başlıklı kız için kurtla dövüşecektik 
pamuk prensesin cam tabutu başında en çok ağlayan biz olacaktık 
(bugün ağlama!) 
hansel ve gratele biz ormanda arkadaş olacaktık 
sen masallar severdin beni bir masala inandıracaktın 
sabahlara kadar kızmabirader de oynayacaktık 

çok uzak artık 
çok uzak 
çok uzak artık 
çok uzak 

çok geç olacak yarın. yarın çok geç olacak. çok geç olacak yarın. yarın çok 
olacak geç. 
yok olacak. 

insan karanlıkta koklamamalı bir gülü 
kör olabilir tutkusundan 

bilsen öyle seviyorum ki seni 
bir tavşanın ürkek kaldırıp başını dağda 
yağan yağmuru seyretmesi gibi; 

ah sevgilim 
bu masalın sonuna kan yazdın: 
ovdun ve okşadın beni 
çıktı içimdeki cin; 
ondan ölümümü diledin. 

mayıstı. 

seni o yüzden bağışladım! 
ben en çok mayısta su içerim 
ben en çok mayısta başımı öne eğerim 
içimden felçli bir göçebe gökyüzüne bakar 
avuçlarımda yaralı kelebek taşımayı 
mayısta öğrendim ben 
ve teraslarda Leonard Cohen dinlemek en çok mayısa yakışırdı 
tiril tiril 
bembeyaz bir giysiyle 
rüzgarda ayakların çıplak 
kolların saracak gibi mayısta ölüp dirilen tüm çiçekleri 
öyle başın öne eğik yıllarca o boş terasta durmak 
durmak 
durmak 

sevgilim periler ölürken özür diler 
sevgilim.. 

kartpostallardan tanıdığın bir şehri düşünmek gibi 
bir yaraya kabuk olmayı kabullenmek gibi 
eksik, yarım, farkına varmaktan kaçınılan 
tam 
tam yaza girecekken 
yazın omzuna yüzünü dayayacakken 
çekip giden 
ayaklarının altından o son sığınak terası da 
acılarının veliahtı Leonard Cohen de 
çekip gitmiştir işte, yalnızca gitmiştir 
yani.. anlıyor musun.. mayıstı.. 

seni o yüzden bağışladım! 

bir sesim vardı gölgenden ikmale kalan 
biliyorum, büyük çocukluktu birbirimizi sevmemiz 
ne güzel çocukluktu 
büyük çocukluktu yaptık işte 
ne yapalım, iki ömür odamıza hapsediliriz, cezamızı çekeriz, kulaklarımızdan değil yüreklerimizden çeker 
öğretirler bize 
yetişkinler gibi sevimsizce aşık olmayı, ama 

sevgilim periler ölürken özür diler 
sevgilim.. 

hatırla, sana bileklerimi, sana dizlerimi 
sana topuklarımı sundum 
hatırla senin gözlerin çokulusluydu 
ve usluydu gözlerin 

bir hüzünden bir tersliğe dokunarak koştum 
bazı sevdalarda hafızasını kaybeder ya insan 
telaşlanır, ağlar 
adını unutur, yolunu kaybeder oturduğu evin 
talanım! 
artanım! 
eksik kalanım! 
yarım kalanım! 

nasıl yedirdim ihanetini kendime 
o dev hisle sen mayıstın ben mayıstım 
her şey ama her şey elele mayıstı 
seni o yüzden bağışladım! 

uzanıp topraktan çıkardın beni 
tozumu sildin, hohladın, parlattın 
ovdun ve okşadın beni 
çıktı içimdeki cin; 
ondan 
-gidecektin, mecburdun, hepsi gibi- 
affını diledin. 

mayıstı. mecburdum. seni o yüzden bağışladım! 
ah sevgilim 
nihayet 
oyun biter ve yırtılır kapanırken perde 

cin düşmüş dolunaylarda ben peri 
şan, sen gül 
yabani. 

sevgilim 
periler ölürken özür diler 

kimi aşklar bitmesi için yaşanır 
sen bunları hiç önemseme 
git gülümse başkalarına 
beni burkulmuş bırak 
beni ısırılmış 
beni emilmiş 

sevgilim söylesene 
seni ne ağlatır 
sevgilim 
söylesene 
söz kalbine dokunabilmek için 
daha hangi biçime bürünsün 
sevgilim ağlarsan kalbin olduğuna inanacağım 
söyle seni ne ağlatır 

söylesene seni ben niçin bağışladım 

yani bir ayrılık sonrası suçlamaları 
iade edilen buz tutmuş armağanlar 
iade edilen öpüşmeler, sevişmeler 
çok özlediğin birinin ölümünü duymak gibi aniden 
çekip giden bir sevgili 
çekip giden bir düş 
çekip giden bir sıfır 
sana uzatılan 
ilk sahte çiçeğin peşinden 
koşarak giden sen 
ihanet bir kent adı mıdır sandın sevgilim 

senden sonraydı 
gökyüzüne teslim oluyordu ayışığı 
ah senin zarif parmaklarına dolanmış kuğular, 
ve kalbi delik bir melek sabahlıyordu 
yeryüzünde 
ümit:kurugül! ümit:aksigül! 

biliyorum kavgada bile söylenmez bu söz ama söyleyeceğim: 
seniseviyorum 

bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine 

dağlar dağlarına dürüsttür 
dağlar sularına alev içercesine dokunurdu 
dağlar dağlarına bir kez bağlandı mı kendi doruklarından mahşeri vurgunlar yerdi 
dumanıyla 
isiyle, 
dermanıyla 
iniyle, 
inlenen ismime nakış gibi işlenen yazık fermanıyla 
kapına dayanan tanrı misafiri sevdam 
aşkımla belalanan dağım! 
dağlara adak adamış bir toprağın yangınıyım ben de! 

bakma! 
kumumda tuz var 
bu dağ kanayacak 
aşkında ihanet var 
kalbim dağlanacak 
kızma korkma kaçma acıma ağlama utanma unutma 
ama sakın unutma seniseviyorum 

ama senin kulağına eğilip 
dağ diye fısıldayan bu dudak 
ya elinden ya ayağından 
ya eteğinden ya alnından 
öfkelenme: öpmeyecek, 
mutlaka çok isteyecek öpmeyi fakat 
öpmeyecek, sen istemedikçe. 
sadece bir hayalet nehir gibi fışkırıp 
dört nala kan olup akacak göğsüne 
öfkelenme: senin değil 
ölü bir meleğin göğsüne 

sevgilim ağlarsan 
göz yaşların hatırlayacak 
sen ne çok şeyi unutmuşsun 
sevgilim 

söylesene 
külün de yanışının ardından ne kalır geriye 
bu kez ağla sevgilim 
ağla ki benzeyesin o yitik benzersizliğine 

1-hala benden söz ediyor musun? 
2-unutmak ne mümkün 
3-biliyorum 
4-orada olacak mısın? 
5-korkarım ki başka şansım yok. vücudumu dolaşan tenim bunu söylüyor. ağrıyorum. her şeyi yitirmişim meğer, bütün eski fotoğrafları attım. 
6-hissettim bir yerlere fırlatıldığımı 
orada olacak mısın? 

bu mektubu yırt at. 
sen istemezsen gitmezsin. sen bana bunu yapmazsın. biliyorum. 
beni hatırlatacak ne varsa yırt at. kalbini ve tenini ve dudaklarını' 

sevgilim periler ölürken özür diler 
sevgilim.


Küçük İskender.