11 Mart 2012 Pazar

And The Oscar Goes To..

   En iyi animasyon, en iyi orijinal senaryo ve en iyi yardımcı kadın oyuncu dışındaki sonuçlardan pek memnun değilim.
  The Artist filmi hakkındaki düşüncelerim şöyle; 1923 yılının teknolojisini, kurgusunu, konusunu kullanarak 2012 yılının Academy ödüllerine aday olması benim açımdan diğer filmlere bir hakarettir ayrıca saçmadır da. Üstelik yönetmenin de oyuncunun da ilk adaylıklarında ödülleri toparlamaları beni çok şaşırttı. Yönetmen  neyse de oyuncunun yani Jean Dujardin’in  filmde oscarlık bir performansı yoktu, objektif olan herkes bunu kabul eder. Tuğrul ERYILMAZ’ın da söylediği gibi Allah’ına kadar Hollywood yalakası bir filmdi.  En iyi yönetmen ödülü de Martin Sucorsese’nin hakkıydı.
  Merly Streep en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı. Herkes gibi ben de onun ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu kabul ediyorum elbette ama sanki bu sefer Viola Davis biraz daha mı hak etmişti ya ? Ben öyle düşünüyorum en azından..
  En iyi erkek oyuncu ödülünde (hala aklıma geldikçe sinir oluyorum) ki fikrim; O ödül Brad Pitt’in hakkıydı arkadaş! Hiç Brad’in sinematografisine baktınız mı? Ben baktım, tek kelime ile müthiş!
  En iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü Octavia Spencer son damlasına kadar hak etmişti zaten.
  En iyi yardımcı erkek oyuncu da ise benim gönlüm Johan Hill’den yanaydı ama Christopher Plummer da hak etmedi diyemem. Ama dediğim gibi Johan müthişti. Moneyball’u o kadar iyi yapan onun oynadığı karakterdir. Moneyball oscarlık bir film değildi, bunu kabul etmek gerekir. Brad’in performansı da öyle. Ama Johan’ın oyunculuğu öyleydi.

Genel olarak sonuçlardan memnun değilim ama her zaman ki Oscar işte. Her zaman dünyanın en büyük ve en önemli film ödülü olmaya devam edicek. Hak edenin alıp almadığı kimsenin umrunda değil..

FETİH 1453


  Fetih 1453; benim için büyük bir hayal kırıklığıdır. Sanıyorum izleyen herkes için de öyle.
İlk önce fragmanını izlemiştim ve çok beğenmiştim. 2. Günü sinemaya büyük bir beklentiyle gittim ve hayal kırıklığıyla çıktım. Gelelim nedenlerine, beni en çok rahatsız eden nokta 2. Mehmed’in yani Devrim EVİN’in oyunculuğu oldu. Olayı o kadar abartmışlar ki , adam kasım kasım kasılıyor. İstersen Tanrı ol hiç kimse hayatında bu kadar kasıntı olamaz.
  Dövüşen kişilerin attığı nidalara laf etmem hatta derecesini ayarlarsan çok gerçekçilik katar ve güzel durur ancak bu filmde Ulubatlı Hasan’ın attığı nidalar aşırıya kaçmış hatta rahatsız edici boyuta ulaşmış.
  İstanbul’un surlarını yıkarlarken ilk başta dünya çapında en büyük toplardan biri kullanılıyor. Bu top atıldığında surun hemen hemen en alt kısmında orta derecede hasar vermek suretiyle bir delik açılıyo ki Bizans askerleri bu açığı kısa sürede kapatıp hasarı minimuma indiriyorlar. Arkadasından bir top daha atılıyor ancak bu top önceki gibi Osmanlı’nın en büyük en güçlü topu değil, attıkları bu top surların tam ortasına koskocaman tamiri imkansız bir hasar veriyor. İşte bu olay bence filmdeki en saçma en salak olaydı.
  Çok uzun tarihi bilgi vermek için çok çaba sarfedildiği belli olan sıkıcı diyalogları vardı.
Filmin görüntü kalitesine diyebilecek tek kelime yok elbette. Gerçekten para harcandığı çok belliydi.  Özellikle savaş sahneleri ve ilk baştaki Hasan ve Mehmed’in kılıç sahneleri muhteşemdi. En çok savaş zamanındaki baltalı adamın  sahnelerine bayıldım. Ama filmin geneli bunları gölgede bıraktı.