29 Ekim 2012 Pazartesi

Trust No One


Günlerdir yalnızca bu salak ekrana bakarak yaşıyorum. Film izliyorum dizi izliyorum vakit öldürüyorum. Bunları yapmadığım anlarda da ya yemek yiyorum ya da uyuyorum.
Okumam gereken kitaplar var okumuyorum, çalışmam gereken dersler var çalışmıyorum tek yaptığım şey mal gibi bu ekrana bakıp durmak. İzlediğim bir filmin eleştirisini bile yazamadım az önce.
Bu sene sınav senem ve bir yıldan daha az bir süre sonra boş boş geçirdiğim bu anlar için, ‘kötü ruh halinin’ beni ele geçirmesine izin verdiğim için ne kadar pişman olacağımı kendime ne kadar çok küfür edeceğimi gayet iyi biliyorum. Ama gerçek bir güvenle kalbinizi sonuna kadar araladığınız bir insandan bir anda oldukça ağır bir darbe alınca, yıllar sonra “insanlara güvenilebilir mi acaba?” sorusunu tekrar sorup cevabınızı kocaman bir HAYIR olarak alınca kendinizi toparlamanız gerçekten zor oluyor. İstediğiniz bir anne kucağı ya da bir baba şefkati oluyor ama etrafınızda bunları bulamıyorsunuz. Etrafınızda kimseyi bulamıyorsunuz.  Herkes kendi âleminde. Durum böyle olunca, toparlanıyorum diyip yatağınızdan kalkıyor salona gidip koltuğa yatıyorsunuz. Zaferiniz odanızla salon arasındaki mesafe kadar sürüyor.
İnsanlara sürekli güçlü olmaları gerektiği ayakta kalmaları gerektiğiyle ilgili konuşup duruyorum. Terziyim ve kendi söküğümü dikemiyorum maalesef.
Bazen yaşamayı durdurabileceğimiz bir makine olsa diyorum. Acılarımız, yaşadıklarımız tazeliğini yitirene kadar yaşamayı durdurabilsek, sonra kaldığımız yer ve zamandan devam edebilsek.  Ama bu da korkaklara ve zayıflara göre bir hareket olurdu. Ben böyle değilim.  Aslında nasılım onu da bilmiyorum ya korkak ve zayıf olmadığım kesin.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder